Türkiye Cumhuriyeti’nin modernleşme tarihinde toplumsal yaşamın ritmini doğrudan etkileyen en köklü dönüşümlerden biri olan Takvim Kanunu’nun 100. yıl dönümü, Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü tarafından düzenlenen “100. Yılında Takvim Kanunu” başlıklı panel ile kutlandı. Bir ulusun zaman algısının nasıl kökten değiştiğinin, teknik zorunlulukların toplumsal hafızada yarattığı kırılmaların ve bu büyük dönüşümün edebiyattan bürokrasiye uzanan yansımalarının derinlemesine incelendiği panel, 26 Aralık 2025 Cuma günü Âşık Paşa Konferans Salonu’nda gerçekleştirildi.
Düzenlenen panelde, Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet Koçak, Dekan Yardımcısı Dr. Ögr. Üyesi Abidin Karasu, Tarih Bölüm Başkanı Prof. Dr. Recep Karacakaya, Uluslararası Osmanlı Çalışmaları Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Elif Bayraktar Tellan, Araştırma Görevlisi Bahri Özel, akademisyenlerimiz ve öğrencilerimiz yer aldı.
Etkinliğin açılış konuşmasını gerçekleştiren Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet Koçak, sözlerine zamanın felsefi ve edebi boyutuna vurgu yaparak başladı. Koçak, takvim değişikliğinin teknik bir düzenlemenin çok ötesinde, toplumun dünyayı ve varlığı algılama biçimini dönüştüren bir zihniyet devrimi olduğunu belirtti. Konuşmasında Türk edebiyatının başyapıtlarından biri olan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” romanına özel bir parantez açan Koçak, romandaki saat ve zaman metaforlarının, aslında Türk toplumunun eski ile yeni arasındaki uyum çabasının tezahürü olduğunu ifade etti.
Ardından sözü alan Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Recep Karacakaya, dinleyicilere Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçişin siyasi ve idari panoramasını özetleyen bir çerçeve sundu. İmparatorluğun son yüzyılında yaşanan askeri, siyasi ve sosyal sarsıntıların, devlet aygıtının işleyişinde takvim birliğini nasıl kaçınılmaz hâle getirdiğini anlatan Karacakaya, bu dönüşümün romantik bir tercihten ziyade, hayati bir idari mecburiyetten doğduğunu hatırlattı.
Panelin ana konuşmacısı olan Tarih Bölümü Araştırma Görevlisi Bahri Özel, sunumunda 1872 yılında “sıvış yılı” uygulamasının terk edilmesiyle başlayan kronolojik karmaşaya dikkat çekerek, bu kararın Hicri ve Rumi takvimler arasındaki dengeyi bozduğunu belirtti. Bu sistem hatasının, zamanla devlet kayıtlarında yıllara varan tutarsızlıklara yol açtığını belirten Özel, telgrafın icadı ve demiryollarının yaygınlaşması gibi modernleşme adımlarının, takvim ve saatlerdeki bu çok başlılığı sürdürülemez bir risk haline getirdiğini ve 1910’lu yıllarda meclis çatısı altında hararetle tartışılan bu belirsizliğin, imparatorluğun küresel dünyayla eş zamanlı hareket etmesini zorlaştırdığını kaydetti.
1925 yılında kabul edilen Takvim Kanunu’nun bu kaosu sona erdiren gerçek bir milat olduğunu belirten Özel, alaturka saat sisteminden vazgeçilerek günün gece yarısı başlaması esasının getirildiği ve Türkiye’nin uluslararası saat dilimlerine dahil edildiği bilgisini aktardı. Rumi takvimin yerini beynelmilel Miladi takvimin almasıyla bürokraside ve sosyal hayatta standart sağlanırken; dini ayların başlangıcı gibi hassas konuların kişisel gözlemler yerine rasathane verilerine dayandırılmasının, zaman ölçümünü bilimsel bir temele oturttuğunu kaydetti.
Değişimin insani boyutuna da değinen Özel, bu süreci yaşayan “geçiş neslinin” zihninde iki farklı evren taşıdığını ifade etti. 1926 öncesini “1300’lü yıllar”, sonrasını ise “1900’lü yıllar” olarak anan bu kuşağın yaşadığı kronolojik bölünmüşlüğün, hatıraların aktarımında devasa bir engel teşkil etse de bugünün standart zaman konforunun temelini oluşturduğunu aktaran Özel, bu büyük zihinsel dönüşümü başarıyla göğüsleyen neslin fedakarlığının, Takvim Kanunu’nu bir kutlama vesilesi kılmaya yettiğini vurgulayarak sözlerini tamamladı.
Bahri Özel’in ardından sözü devralan Prof. Dr. Güneş Işıksel, konuyu uluslararası bir perspektife ve dünya edebiyatına taşıdı. Işıksel, takvim değişikliğinin sadece Türkiye’ye mahsus bir modernleşme sancısı olmadığını, 20. yüzyılın şafağında Japonya’dan Rusya’ya kadar pek çok devletin küresel sisteme eklemlenmek adına benzer sancılı süreçlerden geçtiğini anlattı. Zaman algısındaki bu küresel standartlaşmanın edebiyattaki izdüşümlerine değinen Işıksel, Jules Verne’in “80 Günde Devr-i Alem” romanının, aslında tam da bu “zamanı eşitleme” ve dünyanın küçülmesi fikrinin bir ürünü olduğunu belirtti. Işıksel ayrıca Osmanlı tarihçileri için tarih çevirisi yapmanın hala en çetin teknik zorluklardan biri olmaya devam ettiğini sözlerine ekledi.
Panel, son bölümde gerçekleştirilen soru-cevap kısmının ardından, Takvim Kanunu’nun sadece bir “tarih değiştirme” işlemi değil, Türkiye’nin modern dünya ile bağlarını kopmaz bir biçimde güçlendiren, bürokratik kaosu sona erdiren ve rasyonel bir toplum inşasında temel taşı işlevi gören bir devrim olduğu tespitiyle sona erdi. Yüz yıl önce mecliste onaylanan bu karar, bugün hala her sabah uyandığımızda baktığımız saatin ve planladığımız geleceğin temelini oluşturmaya devam ediyor.








